Denizi görünce sevinen çocuklar

Duygu Acar

Yaz yavaş yavaş biterken keyifli bir yaz yazısı yazmak istedim. Küçükken tatile giderken o son virajı döndüğümüzde denizi görür ve heyecanlanırdık ya, işte 36 yaşımda Datça Palamutbükü’nün o son virajını dönüp denizi gördüğümde hala heyecanlanıyorum. İnsanıyla, doğasıyla bozulmamış bir cennet Palamutbükü.

Bana göre Palamutbükü’nün iki sezonu var. Birinci sezon herkesin tatil yaptığı yaz sezonu ve ikinci sezon ise benim gibi Palamutbükü aşıklarının tercih ettiği Eylül-Ekim dönemi.

Boşuna dememişler ‘’Tanrı sevdiği kulunu Datça’ya gönderir” diye. Datça’ya geldiğiniz zaman bu cümle ile ne demek istediklerini hemen anlıyorsunuz. Havanız ve enerjiniz bir anda değişiyor ve gülümsemeye başlıyorsunuz.

Eğer Datça’da beachler ve çılgın eğlence bulmak istiyorsanız size feribotla hemen Bodrum’a alalım çünkü burada sıkılırsınız. Ama amacınız kafanızı dinlemek, lezzetli Ege yemekleri yemek ve kendinizi bulduğunuz bir tatilse doğru yerdesiniz. Datça’nın mutlulukla bir ilgisi kesinlikle var. Haydi o zaman size biraz güzel Datça’dan bahsedeyim.

Benim Datça ile tanışmam 2008 yılına denk gelir. Çok darlanmış olduğum ve bunaldığım bir dönemde hiç bilmediğim küçücük bir Ege köyüne davet edildim. Orada geçirdiğim 10 gün bana binlerce lira verdiğim terapi ücretlerinin yapamadığını yaptı ve ben dönerken artık kendinden mutlu bir insandım. O zaman sadece misafirdim artık o köyde bir evimiz var. Yakaköy benim için bir kaçış yeri oldu.

Palamutbükü

Ufak bir sahili var ama daha ilk gördüğünüz anda muhteşem doğasına hayran kalıyorsunuz. Denizin rengi o kadar güzel bir mavidir ki denize girmediğiniz her an üzülürsünüz. Palamutbükü’nde sizi Payam karşılar,  oranın tek pastanesi (şimdilerde efsane yemekleri de var). Burada mutlaka Şebnem Hanım’ın portakallı ve cornflakesli kurabiyelerini ve keçiboynuzlu keklerini yemeniz lazım.

Palamutbükü’ne gelip Dostlar’a gitmemek olmaz. Hayatımda yediğim en iyi menemeni orada yemiştim. Mezeler ve balık konusuna hiç girmiyorum çünkü hepsi efsane. Datça demek badem demek olduğu için birçok bademli meze bulabilirsiniz. Denize giderken nurlu badem alıp atıştırabilirsiniz. Size şöyle söylemeliyim; havasından mıdır, suyundan mıdır bilmiyorum ama o kadar çok yemek yiyip kilo almadan döndüğüm nadir yerlerdendir.

Hayıtbükü

Palamutbükü’nden çıkıp sola doğru bükleri gezmeye başladığınızda minnacık bir yerle karşılaşırsınız. Deniz, yine aynı mavilikte ama bu sefer havuz gibidir. Sürekli kendinizi denize atasınız gelir. Burası Palamut’a oranla daha küçüktür. Hayıtbükü’ne geldiğinizde mutlaka denemeniz gereken şeyler var. Ortam restoranı sakın ama sakın es geçmeyin. Burada mutlaka ahtapotlu ve kalamarlı böreklerden yemeniz lazım ya da içi karides ve kaşar dolu kalamar dolmasından. Şöyle yapın bence; bir deniz, bir börek, bir deniz, bir börek…

Badem denince akla hemen onun adı gelir: Datça,  Datça,  Datça

Badem ile meşhur olan Datça’da aynı zamanda efsane kekik balı da bulunmakta. Kuru badem, taze badem, nurlu badem ve en güzeli ballı badem. Ben badem alışverişimi genellikle kooperatiften yapıyorum ya da köy pazarlarından. Bu arada köy pazarlarını da öyle bir tek cümle ile geçmemek lazım. Pazara bir iki bir şey alacağım diye çıkıyorsunuz, bir sürü şey ve kilo alıp geri dönüyorsunuz. Pazarlarda teyzelerin kendi evlerinde yaptığı kabak çiçeği dolmaların tadına bakarken bir anda kendinizi pişi yerken buluyorsunuz. Burada herşey çok lezzetli, anlayacağınız midelerimiz de çok mutlu.

Palamutbükü’nde çok özel bir ekmek çeşidi var onu da mutlaka tatmanız gerekiyor: Tarçınlı simit ekmek. Datça dışında hiç görmedim ama size şunu söylemeliyim; ekmek yemiyorum diyene bile yarım ekmek yedirtiyor.

En yakın arkadaşını özler gibi.

Kısaca size benim gözümle oraları tanıtmaya çalıştım ama bence sizin de gidip kendi Datça’nızı keşfetmeniz lazım.  Benden size birkaç öneri; Palamutbükü’ne Eylül gibi gidin ve doğanın sakinliğini, denizin sadece size ait olmasını deneyimleyin.

Merak edebilirsiniz, o kadar Datça’dan bahsettin ama hiç Can Yücel’den bahsetmedin diye. Okuduklarım ve duyduklarımdan yola çıkarak çok da rahatsız edilmeyi sevmediğini öğrendim. Onu çok da rahatsız etmeden bir şiiri ile bu yazıyı bitirmek isterim. 

Her zaman denizi görünce heyecanlanan çocuklardan olun .

“Sabah kalkıp kapıları açıyorum
bütün herkes geliyor
serçeler kumrular isa çiçekleri
bulutları çağırıyorum geliyorlar
gökyüzü çok fena mavi
yürüyemiyorum ayaklarım yok
sanki bir ruhum
sanki bir badem ağacıyım…”

Can Yücel
Mekanım Datça olsun 

Bir İstanbullu’nun gözünden İzmir

Kübra Haniç İnce

İstanbul’a döneli nereden baksan üç-dört ay oldu. Neden İzmir’de kurduğum bir hayat varken İstanbul’a döndüm? Aslında cevabı tahmin etmek zor değil. Eşimle iş nedeniyle gittiğimiz İzmir’den yine iş için döndük. Çünkü herkesin bildiği gibi orada iş bulmak, nasıl desem, biraz ‘zor’.

İzmir’e alışmak kolay mıydı? Evet. İstanbul’da yaşadığım 30 yılın ardından İzmir’e adaptasyon sürecim neredeyse hiç olmadı. Nedeni ise çok basit.  İnsanları size yabancılık çektirmiyor, şehir karmaşık değil, hayatınızı birçok büyük şehrin aksine sürdürmüyor, yaşıyorsunuz. Canınız istediğinde Urla’ya, Foça’ya, Seferihisar’a hatta Çeşme, Alaçatı, Ayvalık’a gitmek lüks değil.

Tüm bunlara rağmen kendinizi bir İzmirli gibi hissetmek için bir süre geçmesi gerekiyor. Ne gibi mi?

Gevrek efsanesine inanın

‘İzmir’de simit dediğinizde anlamazlar’ efsanesine inanmakla da kalmayın, adeta yaşayın. Çünkü iki simit alabilir miyim dediğinizde yadırgamıyorlar, sadece kibarca gülümseyip ‘buyurun iki gevrek’ diyorlar!  Ayrıca gerçekten domatesin üstüne ‘domat’, çekirdeğin üzerine ‘çiğdem’, çamaşır suyunun üzerine ‘klorak’ etiketi koyuyorlar. Bunların dışında bardacık inciri, Emiralem çileği, Foça Yoğurt, Çeşme ekmeği de ahir ömrümde, mutfak lugatıma eklenenlerden.

Canınız sıkılamaz

İzmir’de dışarıya adımını atmak çılgınca para harcamak ya da hafta sonu trafiğinde sıkışıp kalmak demek değil. Keyfinizin yerine gelmesi Bostanlı sahil ya da Alsancak Kordon’a gitmeye bakar. Tabi gerçek bir İzmirli olarak kamp sandalyeleriniz arabanın bagajında her daim duracak. Bir de bu sırada trafik ışıklarında kırmızıya denk geldiğinizde ‘ne çok trafik var’ diye söylenmek sizin gerçek bir İzmirli olduğunuzu kanıtlayacak bir cümle.

Yazlıkları kaldırmayın

Kışlık kıyafetler İzmir’de de gerekli evet. Ama İstanbul’un yanına yaklaşamaz… Paltonuzu maksimum bir ay, kazaklarınızı da -hadi abartayım- üç ay giyebilirsiniz. Dört yıl boyunca hiç bot giydim mi, hatırlamıyorum. En iyisi tişört üzerine bir hırka kombini.

Moda sektörü farklı boyutta

İzmir’de dolaşırken şu dikkatinizi çok çekiyor: Minik ve gayet sıradan butikler ve genç nüfus da dahil olmak üzere çok kişi global markalar yerine buralardan alışveriş yapmayı tercih ediyor. Sokak aralarında çok fazla olan kuaförlerin hiçbiri de boş kalmıyor.

Hayatı yaşayın

İzmir’in en güzel yanı, hayatı yaşama imkanı vermesi. İzban şehri boylu boyunca geçtiği, tramvay hatları ve vapurlarla desteklendiği için toplu taşıma sıkıntı değil. Günün her saatinde kendinizi güvende hissediyorsunuz.

Asfalyalarınız attı mı?

Eğer İzmirliyseniz çok sinirlendiğinizde sigortalarınız değil asfalyalarınız atar. Biri ‘benim asfalyalara attı tabi’ diyorsa bilin ki gerçekten sinirlenmiştir. Çünkü sinirlenmek İzmir şartlarında çok da sıradan bir şey değil.

Sihirli kelime: Bir saniye lütfen

Gayet aktif bir ara sokaktan gidiyorsunuz, önünüzdeki araba aniden, asla arabasını kenara çekme zahmetinde bulunmadan yol ortasında durdu diyelim. Ve inip ‘bir saniye lütfen’ işaretiyle bir yere gitti. Eğer İzmir’deyseniz ne yapacaksınız biliyor musunuz? Birkaç dakika beklemekten bir şey olmaz deyip önünüzdeki kibar arkadaşınızın gelmesini bekleyeceksiniz ve içiniz asla kımıl kımıl olmayacak. Çünkü yarınlar yokmuşçasına yaptığı bu arabayı yolda bırakma hareketi normal.

Cuma demek lokma demek

Hayrına, sevabına ya da ruhuna lokma dökülmesi İzmir’de bir gelenek. Bir kaza mı atlattınız ya da yeni bir başlangıcınız için güzel enerjilere mi ihtiyacınız var? O zaman hemen bir lokma döktürüp hayır dualarını topluyorsunuz. Özellikle Cuma günü sokaklarda 5 kişiye bir lokma arabası düşüyor.

İçimizdeki İzmir aşkı bir kez daha kabardıysa, haydi hep bir ağızdan: Uçun kuşlar uçun İzmir’e doğru.