Post-truth: Gerçeklik sonrası ya da gerçek ötesi!

2016 yılında Oxford Dictionaries tarafından yılın sözcüğü seçilen “post-truth” aslında neden bu kadar popüler oldu?

“Nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu” olması olarak tanımlanan kavram, gerçekliğin tarihin her döneminde manipüle edilen doğasını bir kez daha ortaya çıkardı.

Neredeyse her kavramın önüne gelmeye başlayan “post” ekinin anlattığı; aslında kavramların ait oldukları yapıdan çıkarak, adeta Derridacı “post”modernist teknikle “yeni bir yapı” haline gelmesidir. Dekonstrüksiyon kavramı ile sıkı bir bağlantı içerisinde olan “post”, anarşik yapısı itibariyle anlamın üretilmesi süreçlerindeki dengesizliği ve boşlukları da göz önüne seriyor.

Nesnel gerçeklik ile kopuş yaşayan “modern” insan fenomeninin geçmişi düşünüldüğü kadar kısa değil, sosyolojik karanlık dönemini Rönesans, dinsel karanlık evresini ise Reform ile aydınlatan Avrupa özelinde düşünüldüğünde, kanıtlanmış nesnel gerçekliklerin geç de olsa günlük hayatta kendilerine yer bulmaya başladığını görebiliriz.

18 ve 19. yüzyıllarda üretim biçimlerini değiştiren buharlı makinelerin makineleşmiş endüstriyi ortaya çıkarması ile bilim ve teknik gündelik hayatta kendine sağlam bir yer edinmiş, ortaçağın köhnemiş zihniyetinin engel olduğu metafizik düşünce de özellikle Kıta Avrupası özelinde tarihin tozlu raflarına kalkmıştır.

Nesnel gerçekliğin bilim ve tekniğe paralel olarak kabul görmeye başlaması, bazı metafizik kişisel önyargılar, ön kabuller gibi uhrevi yaklaşımlara karşı matematiksel kanıtları da arkasına alarak “gerçek” olgusunu sahiplendi.

Bilimsel bir eksende temellenip güçlenmesi beklenen “nesnellik” olgusu, yumuşak bir kırılımla yerini kişisel ön yargıların ve hazır reçetelerin aldığı, tamamen kişiye özgü bir gerçeklik algısına bırakmaya başladı.

Medya, halkla ilişkiler gibi sektörler, Körfez Savaşı dönemine uzanan bir geçmişe sahip olan post-truth kavramına hiç de yabancı değil. Hiçbir nesnel kanıta dayanmayan “petrol içinde yüzen karabataklar” gibi kurmaca bir gerçeklik olgusu yaratmanın temellerini atılmasıyla cümle içinde kullanılmaya başlanan post-truth, nihayetinde 2016 yılında Oxford Dictionaries tarafından yılın sözcüğü seçildi.

Sosyal medyanın kullanım sıklığı ve yaygınlığının artmaya başlaması, her sosyal medya kullanıcısını siyasal analiz uzmanı, nefes terapisti, yaşam koçu ve komedyen yaptı. Hazır kimlikler üzerine şekillen yeni tip “sosyal medya vatandaşı prototipi” aslında post-truth kavramının ete kemiğe bürünmüş halini yarattı.

Sosyolojik evrimini tamamlayan post-truth, politik olarak da “post-truth politics” olarak adlandırılan konjonktürel siyaset yapısı içinde kendine yer buldu. Herhangi bir veriye dayanmayan, söylemini tamamen manipülasyon üzerine kuran Hitler’in post-truth politics’i ilk uygulayanlardan biri olduğunu düşünmek hiç de yanlış olmaz. Propaganda bakanı Goebbels aracılığıyla kitle iletişim araçlarını ilk keşfeden manipülatör olan Hitler’in, gerçeğin önce içini açıp sonra gerçek içine doldurduğu halüsinatif olguların dünya siyasetinde yeni bir yol açtığı açık.

Post-truth tarafından sarmalanan sosyolojik yapının en büyük özelliği kendi gerçeklik anlayışına uymayan her görüş ve her yaklaşımı koşulsuz şartsız inkar ederek aslında karşıt görüşün hiç de öyle olmadığını, o görüşe inananların da aslında “o görüşü tamamen anlayamadıkları için” o görüş etrafında birleştiklerini iddia etmektir. “Aslında o konu öyle değil”, “O olayın altında başka bir iş var”… gibi komplo teorileri etrafında şekillenen post-truth’un politikada elde ettiği başarıyı tartışmanın anlamsız olduğu açık.

“Ya bendensin ya da öteki” mottosuna giden yoldaki “fanatizm” ile derin benzerlikler gösteren post-truth kavramının neden olduğu bilgi kirliliği ve uzun vadede yaratacağı toplumsal kutuplaşmalar önümüzdeki döneme damgasını vurmaya hazır.

Cihan Kardeşler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir